ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA
Orda bir köy var uzakta, gezmesek de tozmasak da o köy bizim köyümüzdür. Büyük şehirlerde yaşayan ama doğup büyüdüğü köyü özleyenlerin dillerinden düşmeyen bu dizeleri Ahmet Kutsi Tecer 1927 yılında yazmış. Neredeyse bir asır önce insanların köylerine özlem duyduklarını dile getiren bu dizeler günümüzde kaleme alınsaydı aynı olur muydu?
Bakırköy, Karaköy, Kadıköy, Ataköy gelir belki de akıllara. Şimdilerde adına mahalle dedikleri o güzel köylere ve milletin efendisi olan köylülere filmlerde denk gelenler nereden ilham alacaklar da köylerimizden bahsedecekler. Artık mahalle olarak adlandırılsalar da gitmesek de görmesek onlar bizim köylerimiz, bizim köylülerimiz diyebilirler mi?
Nüfusu çoğu ülkeden fazla olan İstanbul’da 276 köyden kaç köyümüz kaldı, kaçı hala gerçek köy yaşantısına sahip? Sadece 151 köy.
Arnavutköy'de 8, Başakşehir'de 1, Beykoz'da 20, Çatalca'da 27, Çekmeköy'de 4, Eyüp’te 7, Pendik'te 5, Sancaktepe'de 1, Sarıyer'de 8, Silivri'de 13 ve Şile'de 57 köy var.
57 köy ile başı çeken Şile, aynı zamanda İstanbul’un tarım alanlarının yüzde 30’una da sahip ve bu alanlar bu köylerin hala yok olmaması sayesinde var. Peki, İstanbul’un önlenemez yapılaşmasıyla kent merkezinden Şile gibi kırsallara kaymaya başlayan tehditlere karşı bir savunma planımız var mı? Kentleşmenin kırsal alanlarımızı eritmesine seyirci kalmamak için önlemler düşünüyor muyuz? Akıl almaz bir hızla el değiştiren topraklarımızda yarın Şileli kalacak mı?
İstatistikler ve tarih bize endişe duydurtacak rakamlar veriyor. Ahmet Kutsi Tecer’in köyüne özlem duyduğu yıllarda halkın % 75,8’i belde ve köylerde, %24,2’lik bölümü ise il ve ilçe merkezlerinde yaşarken 2018 de yüzdeler tamamen terse dönmüş ve %75,1’lik kesim kentsel alanlarda yaşar olmuş durumda. Bu rakamlar maalesef dünya genelindeki değerlere de çok yakın. Sadece biz değil neredeyse tüm ülkeler kırsal yaşam alanlarını kaybediyorlar ama bizdeki gibi kontrolsüz ve plansız değiller.
Şile Belediyesi çalışanları kendileri tarafından verilen yapı ruhsatları sayısında her geçen gün rekor kırıldığını, ruhsat başvurularının hızla arttığını söylüyor ki Şile’de yaşayan herkes bu yapılaşmayı zaten yakından takip ediyor. Kaçak yapı haberleri, yasa dışı konteyner evler bolca gündemde. Topraklarımız el değiştiriyor, kentli köylü olma köylü kentli olma hayaliyle alışveriş yapıyor. Detayları irdelediğinizde alışverişin iki tarafının da kendi ihtiyaçları doğrultusunda haklı gerekçeleri olduklarını görüyorsunuz. Zaman geçtikçe hayallerle gerçeklerin örtüşmediği ortaya çıkacak ama kaybeden köylü geri dönüş olmadığını gördüğünde eşeğini Niğde ye sürme seçeneği bile olmayacak.
Topraklarımızı satmamak mümkün mü? Satanlar, satmak zorunda kalanlar doğru fiyata, doğru zamanda mı satıyorlar? Geçenlerde Yaka köyünde yapılması planlanan taş ocağına çevreciler haklı tepkilerini koydular ve bir söylem dile getirilmiş “Toprağın üstü altından daha değerli”. Evet, gönül öyle söyletiyor ama ya gerçek öyle mi? Şile topraklarının altında servet yatıyor, gün içinde kullandığımız aletlerin yüzde 90’ında toprak altından çıkan ham maddeler kullanılıyor. Sağlığımız için hayati önem taşıyan MR makinalarından elimizden düşürmediğimiz cep telefonlarına kadar çoğu ürünün ham maddelerinden bahsediyoruz. Peki toprağın üzerinde ne var?
Hayat var. Toprağın üstünde yer alan canımız ciğerlerimiz ormanlarımız var. Ekili alanlarımız, yaşam desteğimiz gıdalarımız var. Bu kadar değerli ise neden satıyoruz topraklarımızı?
O var olan hayatın değerini bilmediğimizden, var olanı değersizleştirdiğimizden dolayı satıyor olmayalım!
Şile köylüsü kendi geçimlerini sürdürebilmek, temel ihtiyaçlarını kendileri yetiştirebilmek için bahçelerini, tarlalarını ekerdi. Ana hedefleri ticaret yapmak değil kendileri için üretip tüketmekti. Dünya evrenselleştikçe, emperyalist düzen toplu alış verişi, market zincirlerini hayatımıza sokmaya başladıkça, tarım endüstrisi daha hızlı, daha çok üretmeye odaklandıkça köylünün de yaşam şekli değişmeye başladı. Hayvancılık değişti, tarım değişti ve bu değişimler hızla devam etmekte. Öyle bir noktaya gelindi ki eski tarım yöntemleri ve küçük üretici olmak tekrar tercih edilir hale geldi.
İşte tam bu noktada Şile’de toprağın üstünü altından daha değerli yapacak hamleler yapılmadı. Köylü doğru yönlendirilip doğru bilgilendirilmedi, günün koşullarına ayak uydurmalarına destek olunmadı. Gün geldi köylüyü İstanbul’a tarım ürünleri tedarik etme hayalleriyle dolduruldular, gün geldi zincir marketlerin onların müşterileri olacağı söylendi. İstanbul’un organik merkezi Şile söylemleri tazeliğini hala koruyor. Hayaller, süslü cümleler, seçim sloganları ve gerçekler. Kimse tüm İstanbul’da 1 yıl boyunca yetişen tarım ürünleri miktarının toplamının İstanbul’un bir günlük tüketimine eşit olduğunu, mevcut Şile tarımının İstanbul ile örtüşemeyeceği gerçeğini söylemedi. Şile’ de herkesin bildiği tarım yöntemlerinin uygulanmasının sağlayacağı ekonomik değerin Anadolu topraklarındaki tarım ile çok farklı olduğunu söyleyen olmadı.
Bu konuda “Şile Sivil İnisiyatifi web sitesinde yer alan Ziya Gökalp’in” detaylı yazısını okumadınızsa bir göz atın lütfen.
https://silesivilinisiyatifi.com/ekoloji%CC%87k-k%C3%B6y-ve-karavan
Köylerde hangi tür tarımın yapılmasının doğru olacağından, alternatif gelir kaynaklarından ve ekolojik köy detaylarından bahseden bir makale ile karşılaşacaksınız.
Şile’de satılık 2 dönüm tarla! Üzerinde marul, havuç belki de ıspanak ekili satılık tarla. Köylünün emeği yatıyor o tarlada, sel oluyor gidiyor, böcek basıyor gidiyor, hastalık geliyor gidiyor. Bir yandan ilaçsız tarım diyor birileri ama tam destek yok, herkes diyor bir şeyler ama tarlada olan köylü onlar değil. Görüyor komşu satmış tarlayı daire almış, oğlunu evlendirmiş, kente yerleşmiş kendisi tarlada uğraşıyor, bakıyor 10 yıl ekse tarlayı alamayacak bir daire, sal haberi muhtara, komşuya, bakkala hooop gitti bir tarla daha. Hani toprağın altından daha değerli dedikleri o toprak parçası, o gitti.
O tarlada köylüye katma değeri olan ürünler yetiştirilmesi sağlansa, bu konuda teşvikler, hibeler, destekler aktarılsa. O ürünlerden ikincil ürünler yaparak 1 kazanacağına 5-10 kazanma imkânı olduğu öğretilse kazancı katlanarak büyüse o tarlaya aynı gözle bakar mı köylümüz? Aromatik şifalı bitkiler, mikro filizler gibi pazar değeri maruldan salatalıktan çok daha güçlü olan ürünler ile köylü tanıştırılsa ne olur? Hayvancılıkta süt satmaktan daha ileri gidebileceklerini göstersek kendilerine, farklı sütlerle değişik yöntemlerle işlenmiş süt ürünleri sayesinde tüm kenti geçindiren ekonomilere ulaşmış örnekler olduklarını anlatsak bir şeyler değişmez mi? O zaman toprağa arsa olarak mı bakarlar yoksa Âşık Veysel’i mi anarlar?
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
Toprağın üstünü toprağın altından çıkanlarla doldurmaya devam ettikçe topraklarımız değerli olmayacak. Toprağımızın değerini bilelim köylümüzü tanıyalım, anlayalım. Üretim beklediğimiz köylümüzü tüketici köylüye çevirdik, üretim için motive etmek yerine köylere ambalajlı yumurta, süt, yoğurt götürten bir sistemin parçası olduk, hatta köylüye ithal pirinç, mercimek, nohut vb. ürünler satan marketlerin köylere açılmasına sessiz kaldık. Köylüyü anlamak için uğraşmadığımızdan köylünün de kentli olmasını seyrediyoruz.
Atatürk Ankara’nın bozkırında çiftlik kurup köylüye tarım yaptırtarak onları tanıdı ve anladı. Bugün o çiftliğin yerinde saray var olduğundan köylüyü anlamıyor olabilir miyiz?
ŞSİ – Haziran 2021
Telif Hakkı © 2024 Silesivilinisiyatifi - Tüm Hakları Saklıdır.