ŞİLE’DE BÜYÜMEK…
1970’lerin sonunda 13-14 yaşında tanıştım Şile’yle.
Buraya gelmeden önce 3 yıl kaldığım yatılı okul sonrasında nüfusu yaklaşık 4.500 olan saklı kalmış cennet bir sahil kasabasıydı Şile.
Şile’nin en büyük sorunu olarak Şile’yi İstanbul’a, Üsküdar’a bağlayan, 65 km’lik virajlarla dolu yolun Şile-Ağva turizm otobüsleriyle yaklaşık 2,5 saat sürdüğü zamanlardan bahsediyoruz. Gerçi şimdi de yaz mevsiminde bu kez trafik nedeniyle sürenin aynı hatta çok daha uzun sürdüğüne de şahit olmuyor değiliz. Anlayacağınız, aradan geçen yaklaşık 40 senede yol yenilenmiş ama süre pek değişmemiş.
Ağva veya Şile’den başlayıp biten ve farklı rotalardan yapılan seyahatler kışın 5-6 otobüs ile olur, yazın bu sayı ikiye, üçe katlanırdı. Bu seyahatleri kimi zaman Önol abi veya Muharrem abi ile yaparak çok daha kısa sürede yapmak ya da rahmetli Babasen İbrahim amca ile seyahat edip çok daha uzun sürede varacağınız yere varmak ise sizin şansınıza kalmıştı. Bu seyahatler esnasında Ömerli’de mola vermek ve Davut’un ayranını içmek de seyahatin ayrılmaz bir parçasıydı.
Şile’nin 2 tane meydanı vardı o zamanlar: Belediye ve Terminal meydanları. Bu iki meydanı birbirine bağlayan da Üsküdar Caddesi. Belediye meydanı yenilenen yapılar ve meydan düzenlemesi dışında pek değişmedi sayılır. Terminal meydanı ise kelimenin tam anlamıyla evrim geçirdi, şimdilerde beton yığını olarak yeniden planlanan bu alan o zamanlar etrafı koca koca ağaçlarla çevrili olan taksi durağı ve otobüs terminalinin bulunduğu şirin mi şirin bir meydandı.
Bugün prestij caddesi olarak adlandırılan ve 3-5 senede bir yenilenen Üsküdar Caddesi tek tabancaydı o zamanlar; ticaret, hareket, bereket, her şey bu cadde üzerinde hayat bulurdu. Herkesin birbirini tanıdığı, selamlaştığı, esnafların, memurların yaptığı işten kaynaklı veya bilindiği bir lakapla anıldığı günlerdi o günler…
Demirci Derviş, Dolmacı Hikmet (Muhtar), Bakkal Yusuf, Bakkal Tahir, Bakkal Şaban, Totocu Hüseyin, Elektrikçi Dündar, Berber Yaşar, Ayakkabıcı İsmail, Biletçi Mustafa, Horoz Nihat, Fotoğrafçı Hüseyin, Kasap İbrahim, Kurbancı Mustafa, Gazeteci Orhan, Dondurmacı Kurtiş, Fırıncı Aydın, Marangoz Ahmet, Doktor (Afitap) Hanım, Gazanfer Müdür, Mal Müdürü Fethullah, Veteriner Hanefi, Hakim İhsan, Hakim İbrahim, Savcı Yaman, Hakim Altan, Necmi Albay, Adnan Yüzbaşı, Rahmi Hoca, Kemal Hoca, Sıhhiyeci Mustafa, Cevdet Müdür, Doktor Tuncay, Kadastrocu İbrahim, Çamur Muzaffer, Tapucu Fevzi, Postacı Tevfik, Çaycı Halil, ilk anda aklıma gelenler. Bugün bir çoğu aramızda yok; aramızda olmayanların yerleri mekanları cennet olsun, hayatta olanlara da sağlıklı ve sıhhatli bir ömür diliyorum.
O zamanlar bir başkaydı Şile, herkesin anahtarı sokak kapısının üzerinde takılı durur ama kimse kim girdi kim çıktı diye merak etmezdi. Herkes birbirini tanır ve kimsenin kimseden çekincesi olmazdı ama şimdi öyle mi? Kapılarda bir değil, birkaç kilit üst üste…
Kışları sessiz sedasız kendi halinde bir yerdi Şile, yerel tabirle in cin top oynayan çarşının bir ucundan öteki ucuna kadar neredeyse kimsenin olmadığı, işi olmayanın dışarı çıkmadığı… Mesai bitiminde erkeklerin çoğunluğu kahvelere gider, kimisinde Briç, kimisinde Okey, kimisinde Ellibir oynanırdı. Belediye meydanındaki kahvelerde bir yandan denizi seyrederek balıkçılık sohbetleri yapılır, bir yandan çaylar yudumlanırdı. Evlerde Şile ormanlarından kesilmiş olan ve o dönem neredeyse İstanbul’un tüm odun ihtiyacını karşılayan odunların yandığı odun sobası, üzerinde kestane, ekmek kızartması; kokuları hala dün gibi burnumuzda tüten…
Biz gençler ise bu uzun süren kış döneminde çok da alternatifimiz olmasa bile bir araya gelir, kimi zaman sınırlı olanaklarla basket, pinpon, futbol veya voleybol oynar, kimi zaman kitap okur, kimi zaman derme çatma aletlerle kurduğumuz orkestralar ile müzik yapar, o günün danslarını öğrenmeye çalışır, o günlere has film makineleri ile filmler çeker, oynar, tiyatro oyunları planlar ve sahneye koyardık. Başka bir alternatifimiz olmadığı için yaptığımız bu faaliyetler bizlerin eğitim olarak gelişmesinin yanında sosyal olarak da gelişmesine ne kadar katkı sağladığını bugün daha iyi anlıyorum. Üstelik bir kızla bir erkeğin sadece arkadaş olabildiklerine, flört etmeden günümüze kadar taşınan dostluklar kurabildiklerine ve yan yana birçok şey yapabileceklerine de bizim neslimiz ile tanık oldu Şile.
Eğitim demişken o dönemde Şile 50. Yıl Lisesi’nde bize eğitim veren, bizlerin bugün olduğumuz kişilere dönüşmesini sağlayan öğretmenlerimiz Sami Kacar, Tayfun ve Gönül Işıksal, Akın Kavak, Murat Şevket Uygur, Abdullah Gökalp, Zihni Bayraktar, Suat Gümüşçü, Beyhan Bülbül ,Samim Moray, Turgay ve Nevin Güzelce, Sadi Demirdeş, Osman Bahar, Sevgi Tabakoğlu, Zeki Yusuf Borazan, Birsen Erdik, Bercis Poryalı, Meral ve Bülent Tunalı ve diğerleri… Bize öğrettikleriniz ve kazandırdıklarınız, bizi bugün yaşadığı yere sahip çıkabilen, dürüst, çıkarsız, duyarlı ve elbette Atatürk çizgisinden ayrılmayan bireyler olarak yetiştirdiğiniz için sizlerin hakkınızı ödeyemeyiz.
Bugün aramızda olmayan tüm öğretmenlerimizi şükran ve minnetle anıyor, aramızda olmayanlara rahmet, yaşayanlara sağlık ve sıhhatler diliyorum.
Yazları ayrı bir dünyaydı Şile, o zaman Şile’ye gelen epey bir yabancı turist vardı: Almanı, Avusturyalısı, kimi aracıyla, kimi karavanıyla. Karavan deyince 1960’larda Turan Aziz Beler’in kurduğu ve kurulduğu dönemde Avrupa tarafından Türkiye’de bilinen sayılı turizm tesislerden olan Kumbaba Motel ve Kamping alanını da anmadan geçmeyelim.
Dedik ya yazları ayrı bir dünya Şile, özellikle biz gençler iple çekerdik yazın gelmesini. Üsküdar caddesinde boy gösterip Kurtiş’ten dondurma, Varollar fırınından simit, galeta, halka alıp Çardakaltı, Kristal veya Çınar’da akşamüstü keyfi yapmak. Günün büyük bir kısmını geçirdiğimiz Ayazma plajı ve o plajın bir köşesinde bulunan 8-10 tane çardak evimiz olurdu desem abartmış olmam herhalde. Sabahtan itibaren kumsal canlanır, o zaman denizle kumsalın buluştuğu yerde bulunan ıslak kumların olduğu yere kurulan minyatür kalelerde sabah başlayan maç, giren çıkan sürekli değişerek akşama kadar devam eder. Maksat eğlence olsun, yorulan atar kendini denize, ardından kumsaldaki havlusuna, şezlong falan yok o zamanlar, yani sahil daha işgale uğramamış anlayacağınız. Başka bir köşede kalabalık bir grup sessiz sinema oynar, başka bir grup kumsal yerine küçük limanı ve kayaları tercih eder, gün boyu yaşanan deniz keyfi için. Bazı akşamlar günü bitirmeden kumda yakılan ateşler, çalınan gitarlar, söylenen şarkıların tadı hala damaklarımızda. Ayazma Plajı demişken “Takıl takıla, takıl’da hayatını yaşa” tekerlemesi ile hiç birimizin dilinden düşmeyen Takıl’ı anmadan geçmek olmaz.
Haftada birkaç akşamüzeri herkes yukarıya, birçoğumuzun okuduğu veya mezun olduğu Şile 50. Yıl Lisesi’nin bahçesine voleybol veya basket maçı yapmaya çıkar, denizden çıkan herkesin yolu oraya düşer o maçları seyretmeye. Oynayan 10-15 kişi, seyreden ben diyeyim 100 siz deyin 200 kişi, gırgır şamata, tezahürat hep bir arada… Maçlar kıran kırana, kazanmak için herkes canını dişine takar ama her şey sportmenlik çerçevesinde. Özlemediğimi söylesem yalan olur o maçları…
Gece olunca herkes başka bir yerlere. Disko Fener, Mutlu Gazino, Villa De Hoşaf, Değirmen Disko, Tantana, Vira Bar, Capello Disko ve elbette Bibar… Hava biraz bozuksa birçoğumuz Tümay Pansiyonun içinde yer alan o dönemin en modern eğlencesi ve günümüzün bilgisayar çağının habercisi olan Atari salonunda alır soluğu ve saatlerce Atari oynardık… O dönem Şile’de yaşayıp anısı olmayan var mıdır acaba buralarda, ben bugün bile çevremde o günlere özlem duymayan bir tane arkadaşımı hatırlamıyorum.
Sözün özü, bir başkaydı Şile o zamanlar. Aradan geçen 40 yıldan fazla süreye rağmen dost meclislerinde o günleri anlatmaktan ve mümkün olsa tekrar o günlere dönüp yeniden yaşamaktan bir gün bile vazgeçmedim, muhtemelen hayatımın sonuna kadar da vazgeçmeyeceğim.
Şile bizim için her zaman özeldi ve öyle de kalacak.
Kalın sağlıcakla,
Tahsin Karamahmutoğlu – Mayıs 2021
Telif Hakkı © 2024 Silesivilinisiyatifi - Tüm Hakları Saklıdır.