DENİZCİLİK VE KABOTAJ BAYRAMINA TARİHSEL BAKIŞ
Bugün 1 Temmuz 2021.Denizcilik ve Kabotaj bayramını kutluyoruz. Bu bayramımızın da eski tadı eski çoşkusu kalmadı. Özellikle son iki senedir Pandemi yüzünden gerek dini gerekse milli bayramlarımızı gerektiği gibi kutlayamadık. Fakat, her şeyin değişmesinden nasıl ki kaçınamıyorsak bayramların da zamanla değişmesini kabullenmek zorundayız. “Ah nerede o eski bayramlar” deyimi her bayram için geçerli. Bir bayramı diğerinden üstün tutmak için genel kabul görmüş bir ölçüt yoktur ama resmi bayramlar içinde devletin kuruluşunu temsil eden bayrama hep ayrı önem verilir. İkinci olarak devlet ve ulusun egemenlik hakkına ilişkin bayramlar yer alır. İşte “Denizcilik Ve Kabotaj Bayramı” böyle bir bayramdır.
Şimdi bir devlet düşünün dahası bir İmparatorluk düşünün. Herkes bilir ki bir ülke kara, deniz ve hava sahası ile bir bütündür ve devlet kendi ülkesinin her tarafında kara toprağında, denizinde, iç denizde, göl ve nehirlerinde ve ülkenin hava sahasında kesin egemenlik hakkı vardır. Âmâ Osmanlı imparatorluğu bu haklardan sadece ikisine sahip idi. Çünkü hakların birini batılı emperyalist ülkelere devretmişti. Osmanlı İmparatorluğu kendi ülkesinin denizleri, iç denizleri, nehirleri ve gölleri üzerindeki haklarını Kapitülasyonlar ile batılı devletlere devretmişti. Bu Osmanlıda gerek askeri gerekse sivil denizciliğin gelişmesini önleyen çok vahim bir durumdu. 15 inci yüzyılda Piri Reis gibi harita çizen denizciler yetiştirmiş ve 1531 de Akdeniz’deki tüm seyir rotalarını gösteren “Kitab-ı Bahriye” gibi eserler bile basılmıştır. Daha sonra Türk denizciliği uzun bir duraklama dönemi de girdi. Bu dönem öylesine uzun sürdük 1910 tarihine gelindiğinde ülkede deniz haritası bile yapılamıyordu. İlk Türk deniz haritası 1940 yılında basılmıştır. Seyir Hidrografi ve Oşinografi dairesinin ilk temelleri 1909 yılında atılmıştır.17 ve 18 inci yüzyıllara ait Osmanlı devletinde denizcilik faaliyetlerine ait yazılı bir doküman yoktur. Üç tarafı denizlerle çevrili, iç denizleri ve gölleri olan bir ülkenin denizcilikte geri kalması kabullenilecek ve akıl alacak bir durum değildir. Türk denizlerinin mesaha ölçümleri (deniz alanı sörveyleri) 1824 den sonra İngiliz bahriyesi tarafından yapılan deniz sörveylerine dayanmaktadır. Deniz fenerlerimizin işletmesini bile kendimiz yapamıyorduk. Fenerlerin işletilmesi 1856 yılında 100 yıllık imtiyaz ile Fransızlara verilmişti. Şile’mizin güzel feneri de 1859’da yapılmıştır.1956 yılında bitecek olan Fransız fenerler imtiyazı yeni Türkiye Cumhuriyet tarafından 1938’de Fransızlardan geri almak için satın alınmıştır. Bir nevi anlaşma ile yabancıya verdiğimiz egemenliğimizin bir parçasını geri satın aldık. Türk hacılar Kızıldeniz ve mısır hattında yabancı gemilerle taşınıyordu. Yüzyıllarca şehitler verdiğimiz Yemen’in Hudeydah limanında gemi yanaştıracak rıhtım bile yoktu. Türk denizciliğinin geri kalmasının sebebi kapitülasyonlara dayanmaktadır. Çünkü kapitülasyonlar ve fenerler için tanınan imtiyazlar kabotaj hakkımızın yabancılara devredilmesine sebep olmuş ve Türk insanı denizciliğin her alanında bilgisiz, desteksiz ve yalnız kalmıştır.
Ünlü İtalyan amirali Fioravano “Türkler kendi denizleri içinde ve uluslararası sularda mallarını büyük navlunlar ödeyerek yabancılara taşıttı, sonunda imparatorluklarını kaybettiler ”demiştir.
Kabotaj (fr. cabotage), “uzak yol deniz seferlerinin karşıtı olarak kıyılar boyunca, özellikle bir devletin kendi limanları arasında yapılan ticaret ve deniz seferi” veya başka bir ifadeyle “bir devletin kendi limanları arasında yolcu ve yük taşıma hakkı” demektir. Denizde, burundan buruna, fenerden fenere seyir anlamına gelen İspanyolca “cabo” (burun) kelimesinden gelmektedir. Osmanlı Devleti, kapitülasyonlar ve Duyun-u Umumiye uygulamaları nedeniyle kabotaj ve ilgili meslekleri yapma hakkını yabancılara devretmiştir. Bu nedenle Osmanlı şirketlerine ait az sayıda gemilerin faaliyetleri ve gelişmesi çok sınırlı kalmıştır. Sorun sadece gemi işletmeciliği ile kalmamıştır. Denizcilik sektör olarak bir bütündür. Gemi işletmeyince sektörle bağlantılı yan gemi yapım ve tamir sanayi, deniz ticareti ve denizcilik eğitimi alanlarında da milli gelişme olmamıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce 130.000 tona varan bir deniz ticaret filosuna sahip iken 63 geminin batması sonucunda filonun tonaj büyüklüğü 35.000 tona düşmüştür. Savaş sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi’ni oluşturan 24 maddenin çoğunluğu “Deniz Gücümüz” ile ilgilidir. Boğazların, askerî ve ticarî deniz gücümüzün, hatta kullanılacak yakıtın bile teslim edilmesi, denizci personelin dağıtılması, zaten yok sınırında olan denizciliğimizi tamamıyla bitirmiştir.
Milli Mücadele’nin kazanılmasıyla 20 Kasım 1922’de başlayan Lozan Görüşmeleri 2,5 aylık bir sürecin ardından 4 Şubat 1923’te kesintiye uğramıştır. Bu esnada 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir İktisat Kongresi düzenlenmiştir. Kongre açış konuşmasında ulu önder Atatürk, “İktisadî zaferlerle sonuçlandırılamayan askerî zaferlerin kalıcı olamayacağını” belirtmiştir. Kongre’de, kabotaj hakkı istiklalinin kazanılması kararı, birçok önemli madde ile birlikte kabul edilmiştir. Lozan Görüşmelerinin ikinci evresi 23 Nisan 1923’te başlamıştır. Kabotaj, milli ticaretin gelişmesini hızlandıracak bir unsurdur. Bunun için devletler, yabancı gemi ve yabancı uyruklu kimseler açısından kabotaj yasağı koymaktadır. 1921 Barcelona ve 1944 Chicago konvansiyonları dikkate alındığında kabotaj yasağı koyma yetkisinin kullanılması, devletler hukukunun genel prensiplerine aykırı değildir. Lozan Antlaşması’nın ticaret sözleşmesi eki, ikinci bölüm, dokuz ve onuncu maddeleriyle Kabotaj Hakkı’nın dayanağı sağlanmıştır. Yine ticaret sözleşmesinin dokuzuncu maddesinde, Türkiye aynı konuda kendisine de karşılıklı işlemde bulunmak şartıyla, devletlerin gemilerine izin vermiştir. Ancak burada söz konusu olan şey, Türkiye’nin bu konuda devletlerle 1924 Ocak ayına kadar 6 ay sürede eğer anlaşma yapılmaz ise 1926 yılı 1 Temmuz’dan itibaren kabotaj yasağı koyma hakkını eline geçirmesidir. Yani sadece 2 yıllık bir süre için devletlerin Türk sularında gemilerine Kabotaj Hakkı tanınmıştır. 19 Nisan 1926’da kabul edilen ve 359 sayılı, 29 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 815 sayılı “Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye (Kabotaj) ve Limanlarla Kara Suları Dâhilinde İcrayı San’at ve Ticaret Hakkında Kanun” 1 Temmuz 1926 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Deniz ticaret filomuzun büyütülmesi ve deniz taşımacılığının geliştirilmesi yönündeki tedbirlerin başında gelen bu kanun ile Türk liman ve iskeleleri arasında yük ve yolcu taşımacılığı münhasıran Türk bayrağı taşıyan gemilere verilmiş, ayrıca karasularımız dâhilinde balıkçılık ve diğer tür avcılık, kum ve çakıl çıkartma, batık çıkartma, dalgıçlık hizmetleri, arayıcılık, kurtarma, kılavuzluk, deniz balıkçılığı, deniz kumanyacılığı, limancılık ve liman işçiliği, gemilerde gemi adamı olarak görev alınması gibi faaliyetler yabancılara yasaklanmış ve kaptanlık, çarkçılık, kâtiplik, tayfalık, amelelik gibi hizmetlerin yapılması Türk vatandaşlarına bırakılmıştır. Kanun karasularımız ile birlikte nehir ve göllerimiz için de geçerlidir. Ancak kanunun dördüncü maddesiyle, Türk gemilerinde iştirak payı bulunmamak koşuluyla yabancı uzman, kaptan ve tayfaların çalışmalarına müsaade edilmiştir. Kanun, yasağa uymayanlara uygulanacak para cezalarını belirleyen beşinci maddesi dışında bir değişikliğe uğramamıştır. Bu kanun ile deniz ticaret filomuz, kapitülasyonlarla Türk limanları arasında her türlü yolcu ve yük taşıma ve başka imtiyazlara da sahip bulunan yabancı bayraklı gemilerin rekabetinden korunmuştur. Kanunun kabul tarihi olan 1 Temmuz, Denizcilik ve Kabotaj Bayramı olarak kutlanmaktadır. Atatürk, “Kabotajın bu yıl içinde, sadece ve tamamen Türk bayrağına dönüşü fiilen gerçekleşmiştir. Bu olayı övünerek anmak isterim. Bu olay, yüzyıllarca süren engellere karşı, ancak millî yönetimin elde edebildiği başarılardandır.” ifadesiyle, kabotaj hakkına verdiği önemi vurgulamaktadır.
1 Temmuz 500 yıllık Kapitülasyonların çöpe atıldığı bir tarihtir.
O dönemde altıncı sayısını çıkaran Türk Ticaret Kaptan ve Makinistler Cemiyeti meslek dergisinin başyazısı, deniz ticaret filomuzun ya da eski söylem ile ticaret-i bahriyenin donanmaya bakışı açısından ibret vericidir. Başyazıda aynen şöyle yazmaktadır;
"...Türk denizcileri yıllardan beri ilk defa olarak bir bütün halinde Çanakkale Boğazı’ndan çıkıp uzaklara gittiler. Denizlere yıllarca hükmeden Türk Donanmasının eski aşinası, dedelerinin eski sevgilisi Akdeniz’e dostluk ziyaretlerine gittiler... Evet gittiler. On sekiz milyonun kalbini heyecanlara boğarak gittiler. Artık Akdeniz’de yıllar süren hasret diniyor. Lakin az beklenmedi. Kâbuslar içinde yıllar süren bir hasretten sonra bu hasretin sonunu bildiren bir kucaklaşma...Bu Tanrının bile imreneceği bir tablodur..."
Cumhuriyetin kaptanları ve çarkçıları Türkün denize dönüşünü "Tanrının bile imreneceği bir tablodur’’ cümlesi ile kâğıda dökmüşlerdi. Onlar da Türk’ün denizde var olması için çabalıyorlardı. Karada kurtuluş savaşını veren ordumuzdan sonra artık zafer kazanma sırası ticaret-i bahriyemizdeydi. Mavi vatanı da kurtarmak gerekiyordu.
Cumhuriyetin en büyük kazanımlarından birisi şüphesiz kapitülasyon belasından kurtulması ve kabotaj hakkını en önemli egemenlik hakkı olarak geri alması ve sahiplenmesidir. İttihat ve Terakki iktidarı 1914 ‘de savaşı bahane ederek Kapitülasyonları kaldırdığını ilan etti ama savaş ve altyapı eksikliğinden bu uygulamaya geçilemedi. 1 Temmuz 1926’da kabotaj kanunu yürürlüğe girdiğinde yeterli alt yapı ve milli ticaret gemimiz gene yoktu ve Türk bayraklı filo o kadar yaşlı ve yetersizdi ki pek çoğu seyre elverişli olmadığı halde kabotaj hakkını sulandırmamak için kaptanlar çok zor ve yetersiz koşullarda bile denize çıkıyor ve denizde bir nevi kurtuluş savaşı veriliyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında, özellikle Karadeniz’de fırtınalarda pek çok gemimiz battı. Çok deniz şehidi verildi. Ama yaşlı ve eski filo gerek armatörü gerekse kamu sektörü ile geri adım atmadı. Kabotaj hakkını korumak uğrunda yaşlı gemiler ve eksik personelle fedakârca görevlerine devam ettiler. Zira yurt içi ekonominin ulaştırma hizmetleri deniz üzerinden sağlanmak zorundaydı. 1938 yılında kabotaj yüklerde deniz ulaştırmasının payı % 68 idi. (Çok üzücü ama bugün % 4.) O yılların deniz ticaret tarihi, gemisiyle batan kaptanlarla doludur. Akan yıllar içinde deniz ticaret filomuz genişledi. Limanlarımız büyüdü ve sayıları arttı.
Kabotaj Kanunu, “Türkiye Limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşınması ile kılavuzluk ve römorkaj hizmetleri, Türk Vatandaşları ve Türk Bayrağı taşıyan gemilerce yapılır” hükmünü getirerek daha önceden yabancılara açık olan bu faaliyetleri bundan böyle sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yapabileceğini belirtmiştir. Bu nedenle her yıl 1 Temmuz gününü “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı” olarak kutluyoruz.
Kabotaj kanunu Atatürk ilkelerinden “Milliyetçilik” ilkesi ile ilgilidir. Siyasi anlamda liberal, küreselci dünya görüşleri kabotaj hakkını anlamakta zorluk çekiyorlar hatta anlamıyorlar ve denizcilikte rekabeti engellediğini ileri sürüyorlar. Bu kesinlikle yanlıştır. Türk denizcileri kabotaj içinde kendi aralarında uluslararası sularda da yabancılarla gayet güzel rekabet edebilmektedir. Son yıllarda Türk denizciliğinde görülen olağanüstü olumlu gelişmeler bunu kanıtlamaktadır.
Son yıllarda Kabotaj kanununu delmeye yönelik girişimler olmaktadır. Bunu da doğrudan Kabotaj kanunu gibi bir egemenlik hakkını koruyan kanunu değiştirerek yapamayanlar, Turizm teşvik kanunu gibi ilgili ve bağlantılı kanunlarla oynayarak yapmaktadırlar. Belirli tonaj ve özelliklerde yabancı yatlara Türk limanları arasında yat işletmeciliği hakkı tanınmıştır. Bu arada, Avrupa birliğine girişimizin kabul edilmesi halinde Kabotaj kanunu kaldırılmış veya delinmiş olmayacaktır. Çünkü o zaman Türk vatandaşları ve Türk bayraklı gemiler de AB limanları arasında ticaret yapıp çalışabilecektir. Kabotaj hakkı gene saklı kalacaktır. İngiltere’nin yaptığı gibi AB’den çıkan devletler bu haklarını tekrar kullanabilmektedir. Kabotaj hakkının devri ve bu haktan vazgeçilmesi değil mütekabiliyet prensibine uygun ticaret serbestisi uygulanacaktır. Kabotaj hakkı kutsal bir haktır. Bu haktan vazgeçilemez. TÜRKLER DENİZCİ OLMAYA MECBURDUR. Çünkü ülkeleri bunu zorunlu kılmaktadır. Tabiatın kanununa uymak zorundalar. Aksi halde, Türkleri Anadolu’da görmek istemeyenlerin istediği gibi bir gün eski vatanlarının kızgın çöllerinde çobanlık etmeye mecbur kalabilirler
Kaynakça:
-815 sayılı Kabotaj yasası
-2634 sayılı Turizmi teşvik yasası
-Türk Denizcilik Tarihi - Prof.Dr Zeki ARIKAN
-Odatv-Makale/Cem Gürdeniz 01.07.2007
-Denizcilik Dergisi (DEFAV, GEMİMO, DEFAMED, TÜRKKAPDER, TKKD ortak yayını)
-Amiral Cem GÜRDENİZ makaleleri
Kapt. Turhan Meşe – 2021
Telif Hakkı © 2024 Silesivilinisiyatifi - Tüm Hakları Saklıdır.